a. Anestezi: Modern anestezi teknikleri ile anestezinin riskleri neredeyse ihmal edilebilecek bir düzeye (1/20 000 – 1/ 30 000) indirilmiş durumdadır. b. Bacaklarda pıhtı oluşumu ve akciğer embolisi: Tüm geniş serilerde % 0 – 1 oranında bildirilen pıhtı oluşumu, kendi serimizde hiç gözlenmemiştir. Aşırı kilo; özellikle genel anestezi altında bir ameliyat da yapılacaksa, tıpta “derin ven trombozu” olarak bilinen ve bacaklarımızın derin toplar damarlarının (baldır venleri) içinde pıhtı oluşumu olarak tanımlayabileceğimiz, özel bir duruma yatkınlığı arttırmaktadır. Diğer bir anlatımla obezite bu tarz pıhtı oluşumu açısından net biçimde kanıtlanmış bir risk faktörüdür. Genel anestezi almak ve ameliyat süresinin uzaması da; bu pıhtı oluşumu açısından ek risk faktörleridir. Burada bir de iyi haber vardır. Elimizdeki düşük molekül ağırlıklı “heparin” adlı “kan sulandırıcı” bir ilacın dikkatli biçimde kullanılması ve bacaklara direk olarak uygulanan özel “pnömotik” (havalı) basınç çorapları sayesinde bu pıhtı oluşumu riski tam anlamı ile ortadan kaldırılamasa da çok ciddi biçimde azaltılabilmektedir. Pıhtı oluşumu riskini azaltmanın en etkin yöntemlerinin başında; ameliyat süresinin kısa olmasına ek olarak, hastaların ameliyat sonrası ilk saat ve günlerde yürütülmeleri ve derhal mobilize edilmeleri gelmektedir. Gerek tüp mide ve gerekse mide by-pass’ı ameliyatlarında içi boş organlar olan mide ve “by-pass”’ larda ayrıca ince bağırsak belli noktalardan kesilmekte, yeniden kapatılmakta ve birtakım “rekonstrüksiyon” yani yeniden yapılandırmalar gerçekleştirilmektedir. Dolayısı ile her üç ameliyattan sonra erken dönemde en korkulan komplikasyonlar; bu kesilme ve kapatılma hatlarından kanama ya da kaçak olmasıdır. Bunların oluşmasını engellemek adına tüm dikkat ve önlemlere karşın gene de % 1-2 oranında risk mevcuttur. Ameliyat sonrası erken dönemde bunlar görüldüğünde durumu hızla fark edip, doğru müdahelelerle kontrol etmek bu komplikasyonları geri dönüşlü kılar. Bu ise obezite cerrahisini deneyimle ve titizlikle uygulayan bir merkezce yapılır. i) KANAMA – Kanamalara acilen endoskopik, bazense tekrar laparoskopik girişimlerle müdahale etmek çok nadiren de olsa gerekebilmektedir. ii) KAÇAK – Kaçak konusuna gelince, bu da son derece nadir olan bir durumdur ancak oluşursa derhal anlaşılması hayati önem arz eder. Dünyadaki birçok merkezdeki gibi biz de ameliyat sonrası ilk gün hastalarımıza ağızdan bir radyo opak sıvı içirerek ve ardından metilen mavisi ile çift test kontrol sağlıyoruz. Çünkü “erken” kaçaklar ameliyat sonrası ilk 1-2 günde olur. Dolayısı ile tüm hastalarımız ameliyat sonrası ilk 3 gün halen hastanede yatarlarken çok yakın takip edilirler. Hastalar taburcu oldukları 3. günden sonra ise, “geç” kaçakların da derhal anlaşılabilmesi için keskin şekilde uyarılırlar. Nedeni belli olmayan ateş ve net bir nedene bağlanamayan ve yeni ortaya çıkan karın ağrısı bulguları bizler için alarm bulgularıdır ve derhal müdahale gerektirebilirler. Dolayısı ile ateş ya da karın ağrısı hisseden tüm hastalar, ameliyat sonrası ilk 3 haftanın içinde iseler bize derhal ulaşmaları konusunda defalarca uyarılırlar. Kaçak saptandı ise; kimi zaman deneyimli girişimsel radyologlar ile beraber çalışmamız gerekebilir. Kaçağa bağlı batın içi sıvı toplanmalarının ameliyat edilmeden boşaltılması için girişimsel radyologlar ekibimizin vazgeçilmez parçasıdırlar. Dikiş hattından sindirim sistemi içindeki kapsamın karın boşluğuna akması yani kaçak durumları; gene endoskopik kliplemeler , özel “stent” uygulamaları, CT kılavuzluğunda “perkütan” drenaj ya da bunların sonuçsuz kaldığı durumlarda bazen tekrar ameliyatla çözüm bulabilmektedir. Önemli olan kaçağın derhal tanınması ve tedavisinin de anında yapılmasıdır.